Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım
Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar
Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin
O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.
Hitabet Sanatı
15 Haziran 2020 Pazartesi
OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuzbeş! Yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
11 Haziran 2020 Perşembe
YA TUTARSA?
Bir gölün kenarında hoca bir gün,
Kendi kendine bir şeyler yaparmış;
Epey yakınlarında da o gölün,
Bir adamcağızın evi varmış.
Tam da adam geçiyormuş oradan,
Hoca elinde kaşık suya eğildiği an,
Merak etmiş, sormuş:
Hayrola Hoca?
Böyle kendi kendine,
bu koskoca gölün kenarında ne yaparsın ki?
Hemen bir doğrulup bakmış seninki.
Sonra yeniden koyulup işine,
- Merak mı ettin, biraz büyükçe bir iş, demiş.
- Anladık büyükçe bir iş ama ne?
-Göle biraz yoğurt mayası katsam,
Şöyle bir iki kaşık... Bir tutarsa yaşadık!
Hiçbir şey anlamamış lakin adam;
- Göl, demiş, yoğurt mu olacak yani?
Eh Hoca, pek ömür adamsın hani!
Göl maya tutar mı, olur iş mi bu?
Gözüm çıksın sende de akıl varsa.
Hoca kızmış:
- Ben bilmez miyim onu? Elbet tutmaz...
Ama ya bir tutarsa?
Kendi kendine bir şeyler yaparmış;
Epey yakınlarında da o gölün,
Bir adamcağızın evi varmış.
Tam da adam geçiyormuş oradan,
Hoca elinde kaşık suya eğildiği an,
Merak etmiş, sormuş:
Hayrola Hoca?
Böyle kendi kendine,
bu koskoca gölün kenarında ne yaparsın ki?
Hemen bir doğrulup bakmış seninki.
Sonra yeniden koyulup işine,
- Merak mı ettin, biraz büyükçe bir iş, demiş.
- Anladık büyükçe bir iş ama ne?
-Göle biraz yoğurt mayası katsam,
Şöyle bir iki kaşık... Bir tutarsa yaşadık!
Hiçbir şey anlamamış lakin adam;
- Göl, demiş, yoğurt mu olacak yani?
Eh Hoca, pek ömür adamsın hani!
Göl maya tutar mı, olur iş mi bu?
Gözüm çıksın sende de akıl varsa.
Hoca kızmış:
- Ben bilmez miyim onu? Elbet tutmaz...
Ama ya bir tutarsa?
9 Haziran 2020 Salı
HAYAT BİR SAHNE
Bütün dünya bir oyun sahnesidir.
Kadın, erkek bütün insanlar da oyunculardır.
Her birinin giriş ve çıkış zamanları vardır.
Yedi perdelik bu oyunda kişi birçok roller oynar.
İlk önce süt ninesinin kollarında ağlayan, salyalarını akıtan bebektir.
Sonra sızıldayan, çantası ve tertemiz sabahlık yüzüyle isteksiz isteksiz, sümüklü böcek gibi sürünerek mektebe giden talebe.
Sonra fırın gibi derinden nefes alan, sevgilisinin kaşına destan yazan aşık.
Sonra garip küfürler savuran, pars sakallı, şerefi üstüne titreyen, çabuk kızıp kavgaya girişen, su kabarcığından farksız şöhreti hatta top ağzında bile arayan asker.
Daha sonra hürmetli, yuvarlak göbeği besili bir piliç ile astarlanmış, bakışı sert, sakalı usûlünce kesilmiş, ârifane hikmetlere ve harcıâlem misallere hakim, böylece rolünü oynar.
Altıncı çağ burnunda gözlük, yanında kese, eskimeden saklanmış pantolonu sıska bacaklarına büsbütün bol gelen, vücudu kupkuru, ayağı terlikli soytarı halini alır; kalın erkek sesi tekrar çocuk sesi gibi incelerek düdük sesine döner.
En sonuncusu bu garip ve heyecanlı hikayeyi nihayetlendiren sahne, ikinci çocukluktur.
Tam bir nisyandır: Dişsiz, gözsüz, tadsız, hiçbirşeysiz.
- Şekspir
Kadın, erkek bütün insanlar da oyunculardır.
Her birinin giriş ve çıkış zamanları vardır.
Yedi perdelik bu oyunda kişi birçok roller oynar.
İlk önce süt ninesinin kollarında ağlayan, salyalarını akıtan bebektir.
Sonra sızıldayan, çantası ve tertemiz sabahlık yüzüyle isteksiz isteksiz, sümüklü böcek gibi sürünerek mektebe giden talebe.
Sonra fırın gibi derinden nefes alan, sevgilisinin kaşına destan yazan aşık.
Sonra garip küfürler savuran, pars sakallı, şerefi üstüne titreyen, çabuk kızıp kavgaya girişen, su kabarcığından farksız şöhreti hatta top ağzında bile arayan asker.
Daha sonra hürmetli, yuvarlak göbeği besili bir piliç ile astarlanmış, bakışı sert, sakalı usûlünce kesilmiş, ârifane hikmetlere ve harcıâlem misallere hakim, böylece rolünü oynar.
Altıncı çağ burnunda gözlük, yanında kese, eskimeden saklanmış pantolonu sıska bacaklarına büsbütün bol gelen, vücudu kupkuru, ayağı terlikli soytarı halini alır; kalın erkek sesi tekrar çocuk sesi gibi incelerek düdük sesine döner.
En sonuncusu bu garip ve heyecanlı hikayeyi nihayetlendiren sahne, ikinci çocukluktur.
Tam bir nisyandır: Dişsiz, gözsüz, tadsız, hiçbirşeysiz.
- Şekspir
8 Haziran 2020 Pazartesi
KİM SUÇLU?
Bir belâdır sarmış dünyayı:
Ne günahlar işlenmiş ki Allah kızmış,
Salmış yeryüzüne vebayı.
Adı batasıca bir geldi mi,
Geldiği gün doldurur cehennemi.
Hayvanlar başlamış bir bir tutulmaya
Her tutulan ölmüyormuş ama,
Kötüymüş hepsinin hali.
Ölüm dayanmaya görsün kapıya,
Kim çıkar karın doyurmaya?
Tadı kalmamış etin kemiğin;
Ne kurt kuzu arıyormuş artık,
Ne tilki tavuk.
Kumrular bile sevişmez olmuş, düşünün!
Aşk olmayınca da dünyayı ne'eylersin?
Aslan toplamış milleti, dostlarım, demiş:
Bu veba Allah'ın bir cezası bizlere:
Kimin günahı çoksa kurban edilmeli;
Gadab-ı İlâhî yatışmaz başka türlü.
Tarih boyunca hep böyle olmuş:
Bir can feda etmiş kendini,
Bir can kurtulmuş.
Gelin, sorguya çekelim kendimizi;
Yalan dolan yok,
Hatır gönül sayma yok,
Ne mal olduğumuzu koyalım ortaya.
En suçlu benim belki de olur ya!
Şu pis boğazım yüzünden
Az mı koyun yedim ben?
Ne günahı vardı bîçarelerin?
Haydi koyun yenir diyelim, çoban yenir mi, çoban?
Ben yedim.
Alın canımı, feda olsun, olsun ama,
Herkes de söylesin bakalım ne yaptıysa.
En suçlumuz ölmeli ki
Hak yerini bulsun sonuçta.
Sultanım, demiş tilki;
Bu kadar iyilik de olmaz ki!
Yakışır mı size böylesine yumuşamak,
Yok yere kendinizi ayıplamak?
Sizin koyun yemeniz mi günah?
Fesübhanallah!
İyilik etmişsiniz, şeref vermişsiniz
O âdî, o sünepe, o budala mahlûklara!
Çobana gelince:
Haddini bildirmişsiniz gereğince.
Hayvan gütme de ne oluyor yani?
Bizden üstün mü sanıyor kendini?
Tilki bunları der demez,
Dalkavuklar alkışa boğmuş ortalığı.
Gayrı hoş görülmüş herkese
Kaplanın kaplanlığı, ayının ayılığı.
Şirretlere gün doğmuş;
En azgın köpeğin bile
Bir evliya olmadığı kalmış.
Sonunda eşek söz almış:
Bir gün, demiş, hiç unutmam,
Papazın çayırından geçiyordum.
İn cin yok, acıkmışım;
Otlar öyle taze, öyle yeşil...
At bir dil, dedi şeytan.
Hakkım yoktu biliyorum
Ama gel de dayan.
Şöyle bir tadlarına baktım.
Sen misin bunu söyleyen, yüklenmişler eşeğe,
Bir kurt, gûyâ okur yazar, çıkmış kürsüye:
İşte, demiş, içimizdeki şeytan!
Üstümüze lânet yağdıran budur,
Bu uyuz, bu baldırı çıplak, bu mendebur!
Kurt coştukça coşmuş,
Delil melil ne lazım ise bir bir bulmuş.
Eşeğin bir lokma suçu sehpalık olmuş.
El-âlemin otunu yemek ha?
Yalnız ölüm temizlermiş bu cinayeti..
Ve neticede bizim eşek boylamış cenneti.
Sarayda akla kara
Böyle çıkar ortaya:
Zorlu ne yapsa eyvallah,
Yoksul ağzını açsa günah!
Ne günahlar işlenmiş ki Allah kızmış,
Salmış yeryüzüne vebayı.
Adı batasıca bir geldi mi,
Geldiği gün doldurur cehennemi.
Hayvanlar başlamış bir bir tutulmaya
Her tutulan ölmüyormuş ama,
Kötüymüş hepsinin hali.
Ölüm dayanmaya görsün kapıya,
Kim çıkar karın doyurmaya?
Tadı kalmamış etin kemiğin;
Ne kurt kuzu arıyormuş artık,
Ne tilki tavuk.
Kumrular bile sevişmez olmuş, düşünün!
Aşk olmayınca da dünyayı ne'eylersin?
Aslan toplamış milleti, dostlarım, demiş:
Bu veba Allah'ın bir cezası bizlere:
Kimin günahı çoksa kurban edilmeli;
Gadab-ı İlâhî yatışmaz başka türlü.
Tarih boyunca hep böyle olmuş:
Bir can feda etmiş kendini,
Bir can kurtulmuş.
Gelin, sorguya çekelim kendimizi;
Yalan dolan yok,
Hatır gönül sayma yok,
Ne mal olduğumuzu koyalım ortaya.
En suçlu benim belki de olur ya!
Şu pis boğazım yüzünden
Az mı koyun yedim ben?
Ne günahı vardı bîçarelerin?
Haydi koyun yenir diyelim, çoban yenir mi, çoban?
Ben yedim.
Alın canımı, feda olsun, olsun ama,
Herkes de söylesin bakalım ne yaptıysa.
En suçlumuz ölmeli ki
Hak yerini bulsun sonuçta.
Sultanım, demiş tilki;
Bu kadar iyilik de olmaz ki!
Yakışır mı size böylesine yumuşamak,
Yok yere kendinizi ayıplamak?
Sizin koyun yemeniz mi günah?
Fesübhanallah!
İyilik etmişsiniz, şeref vermişsiniz
O âdî, o sünepe, o budala mahlûklara!
Çobana gelince:
Haddini bildirmişsiniz gereğince.
Hayvan gütme de ne oluyor yani?
Bizden üstün mü sanıyor kendini?
Tilki bunları der demez,
Dalkavuklar alkışa boğmuş ortalığı.
Gayrı hoş görülmüş herkese
Kaplanın kaplanlığı, ayının ayılığı.
Şirretlere gün doğmuş;
En azgın köpeğin bile
Bir evliya olmadığı kalmış.
Sonunda eşek söz almış:
Bir gün, demiş, hiç unutmam,
Papazın çayırından geçiyordum.
İn cin yok, acıkmışım;
Otlar öyle taze, öyle yeşil...
At bir dil, dedi şeytan.
Hakkım yoktu biliyorum
Ama gel de dayan.
Şöyle bir tadlarına baktım.
Sen misin bunu söyleyen, yüklenmişler eşeğe,
Bir kurt, gûyâ okur yazar, çıkmış kürsüye:
İşte, demiş, içimizdeki şeytan!
Üstümüze lânet yağdıran budur,
Bu uyuz, bu baldırı çıplak, bu mendebur!
Kurt coştukça coşmuş,
Delil melil ne lazım ise bir bir bulmuş.
Eşeğin bir lokma suçu sehpalık olmuş.
El-âlemin otunu yemek ha?
Yalnız ölüm temizlermiş bu cinayeti..
Ve neticede bizim eşek boylamış cenneti.
Sarayda akla kara
Böyle çıkar ortaya:
Zorlu ne yapsa eyvallah,
Yoksul ağzını açsa günah!
23 Mayıs 2020 Cumartesi
(S)ÖZÜN ÖZÜ
BİR NEFES SIHHAT GİBİ DEVLET YOK İSE CİHANDA, BUNUN TADINI ÇIKARALIM.
SESİMİZ İMZAMIZ, PARMAK İZİMİZ VE GÖZ BEBEĞİMİZ GİBİDİR, BİRİCİKTİR, YALNIZCA BİZE HASTIR.
O BİZİM İNSANLIK ORKESTRASINDA ÇALDIĞIMIZ ENSTRÜMANIMIZDIR. CÜZDANIMIZDAN VE TELEFONUMUZDAN ÇOK DAHA DEĞERLİDİR.
DİYAFRAMIN GÜCÜ VE ETKİSİNİ KEŞFEDEN BİRİ ARTIK ESKİSİ GİBİ OLAMAZ.
OKSİJEN VE GLİKOZ BEDENE ŞİFA, AKLA CİLÂDIR.
DİL, DİŞ, DUDAK, DAMAK VE GENİZ GİBİ KONUŞMA ORGANLARINI LAYIKIYLA KULLANARAK HARFLERİN/SESLERİN YERLERİNİ BELLEMEK DİLİN ŞİFRESİNİ ÇÖZMENİN İLK ADIMIDIR.
SESLER MÜZİĞİN NOTALARIDIR.
TÜRKÇE SESLERİN BİRBİRİNE ÇOK YAKIN YERLERDEN TELAFFUZ EDİLDİĞİ BİR DİLDİR.
O YÜZDEN ARTİKÜLASYON ANLAŞILIR OLMANIN OLMAZSA OLMAZIDIR.
DİKSİYON KULAĞA HOŞ, DİLE KOLAY SÖYLEYİŞTİR.
HİÇBİR DİL YAZILDIĞI GİBİ KONUŞULMAZ.
HARFLER ETKİLEŞİM İÇINDEDİR VE DEĞİŞİM GEÇİRİRLER.
KELİMEDE VE CÜMLEDE VURGU MANÂNIN EN GÜÇLÜ KOZUDUR.
SÖZLERİMİZ SON HECE DAHİL DUYULMALIDIR.
GÜZEL TÜRKÇELİ METNİ DEFALARCA OKUYUP FONETİĞİNDEN ARTİKÜLASYONUNA, DİKSİYONUNDAN VURGUSUNA ÇÖZÜMLEMEK MEŞGALEMİZ HATTA HOBİMİZ OLSUN.
HAFIZAYI VE DİKKATİ ÇOK GELİŞTİRİCİ "METİN İLE GÖZ TEMASINI AZALTARAK OKUMA YAPMAK" DİL İLE ZEKA ARASINDAKİ BAĞI GÜÇLENDİRİR.
METNİ OKURKEN KELİMELERİ, İFADELERİ DEĞİŞTİR, EKLEME& ÇIKARMA YAP: TÜRKÇEDEN TÜRKÇEYE SİMÜLTANE ÇEVİRİ.
BİR METNİ BİR HİTABEYE DÖNÜŞTÜRÜP İLGİ VE BEĞENİ ELDE ETMEK İSTİYORSANIZ ONU YAŞAMALI, YAŞATMALISINIZ.
SESİMİZİ TIPKI BİR OYUN HAMURUNU ŞEKİLDEN ŞEKLE SOKAR GİBİ EĞİP BÜKMELİ; KALINLIK, YÜKSEKLİK, SERTLİK VE TON BAKIMINDAN BÜTÜN KOMBİNASYONLARI DENEMELİYİZ.
USLÜP YERİ GELDİĞİNDE KENDİNDEN GEÇERCESİNE KONUŞABİLMEK, YERİ GELDİĞİNDE DE KENDİNİ MÜTHİŞ BİR SAKİNLİK İLE KENDİNİ İFADE EDEBİLMEKTİR.
BİR KONUŞMA ESASEN MUHTEMEL SORULARA VERİLEN MAKUL CEVAPLAR BÜTÜNÜDÜR. SORULAR MERAKIN TOHUMUDUR, SUNUMUN İSKELETİDİR. (5N 1K)
GÖZLEM VE EMPATİ HEM OYUNCULUĞUN HEM HİTABETİN PÜF NOKTASIDIR.
MUHATABINI TANIMAYAN HATİP, KONUSUNA İSTEDİĞİ KADAR HAKİM OLSUN, YİNE DE NİHAİ HEDEFİ OLAN İKNAYA ULAŞAMAZ.
HATİP SADECE NUTUK ATAN DEĞİLDİR. HATİP SİZİNLE KONUŞUR. SİZE BİR DİYALOĞUN İÇİNDE OLDUĞUNUZU HİSSETTİRİR.
KONUŞTURMAK VE DİNLEMEK İLETİŞİMİN GERÇEK OLDUĞUNU İSPATLAR.
İYİ BİR SUNUM SİNEMADA FİLM İZLEMEK GİBİDİR. HARİKA BİR FRAGMANLA BAŞLAR, ŞAHANE BİR FİNALLE BİTER.
MÜLÂKATTA BAŞARI HESABA ÇEKİLMEDEN ÖNCE KENDİNİ HESABA ÇEKMEKLE MÜMKÜNDÜR.
BİLEN ANLATAMAYABİLİR, AMA ANLATAN BİLMEK ZORUNDADIR.
GÜNLÜK KONUŞMA VE YAZIŞMALARDA İTİNALI VE PROVALI OL.
GÜZEL KONUŞMAK, İYİ HATİP OLMAK İÇİN KULAĞIMIZ VE GÖZÜMÜZ BOL BOL BAŞARILI HATİPLERDEN NASİPLENMELİDİR.
BAKİ KALAN BU KUBBEDE BİR HOŞ SADÂDIR.
21 Mayıs 2020 Perşembe
VURGU
Vurgu temelde ikiye ayrılır.
Kelime Vurgusu: Bir kelimedeki hecelerden birinin diğer
hecelerden daha baskılı söylenmesine kelime vurgusu denir.
Cümle Vurgusu: Bir cümledeki kelimelerden birinin diğer
kelimelere oranla daha baskılı söylenmesine cümle vurgusu denir.
Konuşma sırasında kelimelerin tüm heceleri aynı tonda ve
aynı vurguyla okunmaz. Her dilde kelimelerin farklı hecelerine vurgu yapılır ve
bu vurgular konuşmanın doğallığını oluşturur. Tek düze ve tek tonda çıkan bir
konuşma akışı bilgisayar makinelerine okutulan konuşma metinleri gibidir.
Dinleyen için duygusuz, sıkıcı ve monotondur.
İstisnaları olmakla birlikte vurgunun belli kaideleri
vardır.
Başta dediğimiz gibi her kelimenin bir hecesi üzerinde
muhakkak bir ses baskısı vardır. Mesela heyecan kelimesinde vurgu son
hecededir: HeyeCAN.
*Türkçe’de kural olarak vurgular son hece üzerindedir.
Bazıları dışında kelimeye eklenen her yeni ek vurguyu üzerine alır:
HeCE – HeceLER – HeceleRİ - HecelerDE – HecelerdeKİ –
HecelerdekiNİN
*Yer adlarında, bağlaçlarda, pekiştirilmiş sıfatlarda ve
bazı zarflarda vurgu son heceden başka hecelere kayar.
*Yer adlarında vurgu:
banDIRma – GÖLcük – BURdur – SAMsun – YOZgat – ARTvin –
ŞAVşat – DÖRTyol – DÜZce – küTAHya – isKENderun – anTALya – isTANbul – AVcılar
– eSENler – eĞİRdir – kaNAda – ingilTEre – viYAna -
*Bir isim özelleştiği zaman vurgusu da değişir. Hayvandan
bahsediyorsak porSUK, çaydan bahsediyorsak PORsuk şeklinde söyleriz. İnsanları
kastediyorsak avcıLAR, ilçeyi kastediyorsak AVcılar deriz. Kattan söz ediyorsak
bodRUM, tatilden söz ediyorsak BODrum diye ifade ederiz. Reddediyorsak HAyır
der, şerden kaçmak için haYIR işleriz. “U”şak bir vilayettir, uŞAK ise hizmetçi.
Edebiyatın anlamdaşı yaZINdır, denize YAzın girilir. MIsıra gidilir, mıSIR
yenir.
*Vurgu zarf ve bağlaçlarda ilk heceye kayar:
Nİçin, ANcak, ÖNce, SONra, AYrıca, YALnız, BELki, HEnüz,
ANsızın, NAsıl, HANgi…
*Türkçe’de ekler genel kural olarak vurguyu üstlerine aldığı
halde bazı ekler vurguyu kendilerinden önceki hecede bırakırlar:
- Küçültme Ekleri:
yaVAŞça, sesSİZce, kiBARca
- Olumsuzluk Ekleri:
koNUŞma, söyLEme, DURma, oTURma,
*İsim üreten –me –ma ekleri ise vurguyu üstlerine alırlar.
Böylece kelimenin olumsuz fiil mi isim fiil mi olduğu
vurguyla belli olur.
“Biri konuşMA yaparken sen koNUŞma”
“DanışMA masasına bir şey daNIŞma”
*Ek fiilin şartı – se –sa ekleri de vurguyu üstlerine almaz,
bir önceki hecede bırakır: geLİRse, baKARsa, bakMAZsa, giDERse, seVERse,
*Fiillerde birinci ve ikinci kişi ekleri -şimdiki zaman
dışında- vurguyu bir önceki kip ekinde bırakır: göRÜrüm – bineCEğim –
bakmaLIyım – anLARsın – bakMAlısın – bineCEKsin -
*Dilimize Arapça’dan, Farsça’dan geçen kelimelerde istisnai
vurgular olabilmektedir: BEYnelmilel – BİLmukabele – HArikulade – saKAtat
*Pekiştirme sıfatlarında pekiştirme amacıyla kullanılan
heceler vurguyu kendi üzerlerine alır: SIMsıkı – KOSkoca – BÜSbüyük – BÜSbütün
– BAMbaşka
DİLİMİZDEKİ HARFLER VE SESLER
Ünlüler:
Ağız boşluğunda ve ses
yolunda hiçbir engele çarpmadan çıkan seslere “Ünlüler” denir.
Türkçe’de 8 ünlü bulunur.
Türkçe’de 8 ünlü bulunur.
a,e,ı,i,o,ö,u,ü
Ünlüler ağız ve burun
boşluğunda hiçbir engele uğramadan oluşur.
Ağzımızdan net ve açık
biçimde çıkar. Tek başlarına hece oluşturabilirler.
Özgür ve gürültüsüz
seslerdir.
Çıkış Yerlerine Göre
Ünlüler:
“A”:
En geniş sesli harftir.
“A” sesi çıkartılırken çene serbestçe aşağı indirilmelidir. Dil çeneye
olabildiğince paralel ve dilin ucu alt dişlere değmelidir. Sesin boğumlandığı
yer ağzımızın arka kısmındadır. Ses alt çeneye oturur.
“O”:
“O” sesinde dudaklar
yuvarlak, yanaklar içerde ve çene olabildiğince aşağıdadır.
Sesin boğumlandığı yer
ağzımızın orta-arka kısmıdır.
“U”:
Dudaklar “O” sesinde
olduğu gibi yuvarlaktır, tek farkı dudakların öne doğru uzamış olmalarıdır.
Dolayısıyla “U” sesinde çene “O” sesine göre daha dardır. Sesin boğumlandığı
yer ağzımızın arka kısmındadır.
“İ”:
“İ” sesi ağzımızın ön
kısmında boğumlanır. “İ” sesi çıkartılırken dilin yanları üst dişlerin iç
kısımlarına değmelidir. Dudaklar üst dişler görünecek şekilde pozisyon
almalıdır.
“E”:
“E” sesi ağzımızın
ön-yan kısmında boğumlanır. “E” sesi çıkartılırken dudaklar yana doğru açılmalı
ve dilin ucu alt diş etlerine değmelidir.
“Ü”:
Dar bir ünlüdür. “Ü”
sesi ağzımızın ön kısmında boğumlanır. “Ü” sesi çıkartılırken dudaklar önde ve
yuvarlak bir pozisyon almalıdır.
“I”:
Şan egzersizlerinde
kullanılmayan bir sesli harftir. Dar bir ünlüdür. “I” sesinin boğumlandığı yer
ağzımızın arka kısmındadır.
“Ö” sesi ağzımızın ön
kısmında boğumlanır. Çene olabildiğince aşağıda ve dudaklar önde pozisyon
almalıdır.
Ünsüzler:
Ağız boşluğunda ve ses
yolunda bazı engellere çarparak çıkan seslere “Ünsüzler” denir.
Türkçe’de 21 ünsüz bulunur.
Türkçe’de 21 ünsüz bulunur.
b,c,ç,d,f,g,ğ,h,j,k,l,m,n,p,r,s,ş,t,v,y,z
Ünsüzlerin çıkışı
sırasında soluk (nefes), konuşma organlarının herhangi bir yerinde bir engele rastlar.
Bu engel bazen dudaklarda, bazen dille diş ya da dille damak arasında olur.
Ünsüzler çıkarken ses yolunda açılma, kapanma, daralma, ve gırtlakta bulunan
ses tellerinde titremeler olur. Akciğerlerden gelen havanın ses yolundan
geçerken karşılaştığı bütün bu durumlar ve çıkış yerleri ünsüzlerin
özelliklerini oluşturur.
Çıkış Yerlerine Göre
Ünsüzler:
“B”,”M”,”P” (Dudak
Ünsüzleri):
Bu ünsüzler
çıkartılırken alt ve üst dudak birbirine değerek kapanır.
“F”,”V” (Diş-Dudak
Ünsüzleri):
Üst dişler alt dudağa
değerken meydana gelen sürtünmeden oluşan ünsüzlerdir.
“D”,”T”,”L”,”N” (Sert
Damak Ünsüzleri):
Bu ünsüzler sert (ön)
damak bölgesinde tınlarlar. “D”, “T” ve “N” ünsüzlerinde dilin ucu üst diş
köklerine değerken; “L” ünsüzünde dilin ucu biraz daha geride sert damağa
değmelidir.
“Z”,”S” (Diş Ünsüzleri):
“Z” ve “S” ünsüzleri
ağzın ön kısmında alt ve üst dişlerin arasından patlayarak çıkar. Bu ünsüzler
çıkartılırken dilin ucu alt diş etlerine değmelidir.
“C”,”Ç”,”Ş”,”J” (Yan Diş
Ünsüzleri):
Bu ünsüzler
çıkartılırken dilin yanları üst dişlerin iç kısımlarına ve damağa değmelidir.
Dil çeneye paralel ve dilin ucu alt diş etlerine doğru pozisyon almalıdır.
“G”,”K”,“Y” (Yumuşak
Damak Ünsüzleri):
Bu ünsüzlerin çıkarılış
anında dilin arka tarafı (dil sırtı), yumuşak (art) damakla buluşurken dilin
ucu alt dişlere değmelidir.
“H” ünsüzü ağzımızın
arka tarafında oluşur. Ciğerlerimizden çıkan havanın ses tellerini titretmesi
ile gırtlakta meydana gelir.
“R” ünsüzü çıkartılırken
dilin ucu sert damağa, sert damak ünsüzlerinde olduğu gibi tam olarak değmez,
dilin ucu yuvarlanır ve hava akımı önde oluşur.
TİLKİ İLE LEYLEK
Tilki
hocanın iyiliği tutmuş bir gün..
Hacı
leyleği yemeğe buyur etmiş.
-
Ama, demiş tilki, bizde misafir..
Umduğunu
değil bulduğunu yer.
Meğer
tilkinin cimrisi hepsinden betermiş
Bir
çorba çıkarmış topu topu..
O
da sulu mu sulu.
Hem
nereden getirse beğenirsiniz? Tabakta.
Leylek
gagasıyla uğraşadursun..
Tilki
bitirmiş hepsini bir solukta.
Leylek
kızmış, ama çekmiş sineye.
Bir
zaman sonra
O
da tilkiyi buyur etmiş yemeğe.
-
Hay hay, demiş tilki, nasıl gelmem?
Ben
dostlara naz etmesini sevmem.
Tam
saatinde gelmiş.
Leyleğe
türlü diller dökmüş.
Şu
güzel bu güzel,
Hele
yemeğin kokusu..
Gel
iştahım gel!
Gerçi
tilkilerin iştahı
Pek
nazlı değilmiş ama
Et
kokusu başka şeymiş.
-
Kuşbaşı galiba, demiş.
Bayılırmış
etin böylesine
Hele
kıvamında pişmişine.
Derken
yemek sofraya gelmiş.
Gelmiş
ama nasıl?
Kokusunu
al, eti arada bul!
Dar
boğazlı upuzun bir çömlek içinde
Tam
leyleğin gagasına göre
Tilki
burnunu burgu etse nafile.
Kısmış
kuyruğunu evine dönmüş.
Aç
kaldığına mı yansın
Bir
kuşa rezil olduğuna mı?
El
alemi aldatanlar
Bu
masal size:
Bir
gün sizi de sokarlar
Kurduğunuz
kafese ...
NASIL OYNAMALI
Verdiğim parçayı, ne olur, dediğim gibi rahat, özentisiz
söyle.
*William Shakespeare'in Hamlet oyunundan.
Bu tiradda Shakespeare bir tiyatro oyuncusunun aslında ne yapması gerektiğine dair tüyolar veriyor.
Bir yönetmen edasıyla oyunculuğun en basit tanımını yapmış.
Çünkü birçok oyuncular gibi söz parlatmaya kalkacaksan, mısralarımı
şehrin tellalına okuturum daha iyi. Elini kolunu da havalara savurma öyle;
ölçüsünde, tadında bırak her şeyi. Duyduğun coşkunluk bir sel, bir fırtına, bir
kasırga gibi de olsa, onu dindirecek bir hava bulmalı, buldurmalısın.
Doğrusu, yürekler acısı geliyor bana gürbüz bir delikanlının, takma saçlar sakallar içinde, bir acıyı yüreğini paralarca, didik didik ederce bağırıp halkın kulaklarını yırtması; o halk ki çoğu kez anlaşılmaz, dilsiz oyunları, gürültü gümbürtüyü sever. Bir oyuncu Termagan'dan daha yaygaracı, Nemrut'tan daha nemrut oldu mu, hak ettiği şey kırbaçtır bence.
Bu hallere düşme, rica ederim.
Doğrusu, yürekler acısı geliyor bana gürbüz bir delikanlının, takma saçlar sakallar içinde, bir acıyı yüreğini paralarca, didik didik ederce bağırıp halkın kulaklarını yırtması; o halk ki çoğu kez anlaşılmaz, dilsiz oyunları, gürültü gümbürtüyü sever. Bir oyuncu Termagan'dan daha yaygaracı, Nemrut'tan daha nemrut oldu mu, hak ettiği şey kırbaçtır bence.
Bu hallere düşme, rica ederim.
Fazla durgun da olma; aklını kullanıp ölçüyü bul.
Yaptığın söylediğini tutsun, söylediğin yaptığını.
En başta gözeteceğimiz şey, yaradılışa, tabiata aykırı olmamak.
Çünkü bunda sapıttık mı tiyatronun amacından ayrılmış oluruz.
Doğduğu gün de, bugün de tiyatronun asıl amacı nedir?
Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak.
Gerçeği büyütmek ya da küçültmekle bilgisizleri güldürebilirsiniz, ama bu bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün bir kalabalıktan daha önemli olmalı sizin için.
Yaptığın söylediğini tutsun, söylediğin yaptığını.
En başta gözeteceğimiz şey, yaradılışa, tabiata aykırı olmamak.
Çünkü bunda sapıttık mı tiyatronun amacından ayrılmış oluruz.
Doğduğu gün de, bugün de tiyatronun asıl amacı nedir?
Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak.
Gerçeği büyütmek ya da küçültmekle bilgisizleri güldürebilirsiniz, ama bu bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün bir kalabalıktan daha önemli olmalı sizin için.
Ah ben öyle oyuncular gördüm ki sahnede, öyle beğenilen,
alkışlanan oyuncular gördüm ki, günaha girmeyeyim ama, değil Hıristiyan, değil
Müslüman, insan bile değillerdi.
Öylesine şişirme, uydurma hallere giriyorlardı ki, dedim bunları tabiatın kaba işçileri yaratmış olmalı, insan yapıyorum derken insanlığın berbat bir kopyasını yapmışlar.
Öylesine şişirme, uydurma hallere giriyorlardı ki, dedim bunları tabiatın kaba işçileri yaratmış olmalı, insan yapıyorum derken insanlığın berbat bir kopyasını yapmışlar.
Az çok değil, iyice yenmeli bunu.
Sakın söyleyeceklerinden fazlasını söyletmeyin soytarılarınıza.
Öylelerini gördüm ki, kendi başlarına gülmeye ve seyircilerin en anlayışsızlarını güldürmeye kalkıyorlar. Hem de oyunun anlayış isteyen, en can alıcı yerinde.
Kötü bir şey bu; acıklı bir budalalık bu yoldan tutunmaya çalışmak.
Haydi, gidin hazırlanın.
Sakın söyleyeceklerinden fazlasını söyletmeyin soytarılarınıza.
Öylelerini gördüm ki, kendi başlarına gülmeye ve seyircilerin en anlayışsızlarını güldürmeye kalkıyorlar. Hem de oyunun anlayış isteyen, en can alıcı yerinde.
Kötü bir şey bu; acıklı bir budalalık bu yoldan tutunmaya çalışmak.
Haydi, gidin hazırlanın.
*William Shakespeare'in Hamlet oyunundan.
Bu tiradda Shakespeare bir tiyatro oyuncusunun aslında ne yapması gerektiğine dair tüyolar veriyor.
Bir yönetmen edasıyla oyunculuğun en basit tanımını yapmış.
GENÇ DUL
Kocası ölür de kadın ağlamaz olur mu?
Ağlar, dövünür, ama sonunda avunur.
Ne kadar büyük de olsa keder.
Zaman kuşunun kanatlarına biner gider.
Aynı kuş getirir yeniden,
Güzel, sevinçli günleri.
Bu sabah dul kalmış kadınla
Geçen yıl dul kalmış kadın bir mi?
Biri başka insandır, öteki başka.
Biri kara soğuktur, öteki tatlı sıcak:
Birinden kaçılır, ötekine koşulur.
Yeni dul ağlayacak her gün
İçinden gelsin gelmesin.
Hep aynı ahlar, vahlar,
Saçını başım yolmalar.
Her şey bitmiş, dünya zindanmış gibi.
Ama gibi sadece,
İşin doğrusu şu hikâyede:
Genç bir güzelin kocası pek erken,
Öbür dünyaya yollanmak üzereyken,
Karısı bağrışırmış yanı başında:
- Dur, bekle beni, geliyorum;
Sensiz bu dünya benim ne'm ola?
Koca yine de yalnız çıkmış yola.
Güzelin babası akıllı adammış;
Sesini çıkarmamış ilk zamanlar,
Bırakmış kızını ağlasın, ağlayabildiği kadar.
- Kızım, demiş bir gün;
Yeterince yaş döktün.
Yeterince yaş döktün.
Merhum ne kazanır bu matemden,
Dünyayı kendine zehir etmenden?
Ölen ölmüşse bunca sağ kalan var.
Hem daha iyisi de çıkar,
Şıp diye de evlenirsin demiyorum;
Dünkü kara bugün ak olmaz, biliyorum.
Ama günü gelince, sen bana bırak,
Birini biliyorum sana gösterecek:
Genç, güzel, boylu boslu,
Merhumdan çok başka türlü.
- Yok, babacığım, demiş güzel;
Sakın koca arama bana,
Bir manastıra gönder beni.
Baba üstüne varmamış,
Bir ay daha geçmiş aradan.
Bizim dulun giyiminde değişmeler başlamış;
Güzele her türlüsü yakışır;
Karayı bile sevdirmenin yolu vardır.
Aşk perisi başlamış yeniden
Yerini yurdunu düzenlemeye,
Kumrular yuvalarına dönmeye.
Derken gelsin gülüşüp oynaşmalar,
Gençlik çeşmesinin çayırlarında
Sabah akşam dolaşmalar.
Babanın korkusu kalmamış artık sevgili merhumdan;
Ama beklemiş, kızından gelsin istek,
Nasıl olsa isteyecek.
O da beklermiş ki meğer,
Koca lafı babasından gelsin.
- Baba, demiş sonunda;
Hani sen bir koca buluyordun bana?
MASAL BAŞI
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
Cinler top oynarken eski hamam içinde...
Ben diyeyim bu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan;
Uçtu uçtu bir kuş uçtu, kuş uçmadı gümüş uçtu,
Gümüş uçmadı Memiş uçtu.
Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı;
Anam düştü eşikten, babam düştü beşikten...
Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi;
Dolandım durdum dört köşeyi…
Vay ne köşe bu köşe!
Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe:
Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi, diye
İki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası!..
Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı;
Gel gelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı;
Bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı!..
Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim.
Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek,
Altı ayla bir güz gittim.
Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim,
Gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!..
Vay başıma, hay başıma; bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil,
Ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına,
Demeye kalmadı, bir de baktım, ne göreyim?
Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla, Zümrüdüanka dedikleri değil mi?
Kafdağı’nın üstünden süzüm süzüm süzülüp geliyor.
Bakın hele! Yüzü insan, gözleri ahu.
Martaval değil masaldır masal bu!
YENİ TEKERLEMELER
Bi bu babanın bebesi boboyu bubi bildi.
Büyülü bülbül berberin bambisini bambuda bombaladı.
Cimcime cemilin cümbüşünün cıvık curası cuma curcunasında cici cemin cami camına cortladı.
Çiğ çaycının çocuğu çiftçi çerçiye çölde çokça çürük çarık çulluk çıkardı.
Dedenin düdüğü dodonun didisini dıdısının dıdısına debdebe ile dip dibe dürtünce dili dilim dilim dutlandı.
Fıstık fıskiyesinin fitili füme fulâr furyasıyla fosur fosur fitne fesat filintalara hafif hafif fötrledi.
Gagası gri gıdısı gür gıt gıt gıdakların gıdalarının goygoyu gergefli gidici gansgterin gücüne gitti.
Hahamın horhor hamam havarisi haşhaş haşerelerini hüşkeleyip hiddetle höykürerek hırgürü hortlattı.
Jandarmanın ejderha jenerasyonu jet sosyete Jâlenin jübile jartiyerini jiletledi.
Kekeme körpe küçük kuçu kuçu keçilerin keçesinin kılını kokona kurda körkütük küpelerle kırk kuruştan kakaladı.
Lemîlerin Lıkır Lôkmacı lalasının lülesi Lâlelinin lâklâk lâdesçisi Leylâ'nın leylâk lôdosunu linç etti.
Mimiksiz mumyayı mumla mayalayamamamın misillemesi Mamaklı minik mıymıycı muşmula mozolesinin möblesine mürdüm moru montelemek oldu.
Nenemin ninesinin nodül nezlesi nüksedince Nina ninninin nidasını nice nemli naneyle nurlandırıp nötrledi.
Papyonlu pespaye pipocu pespembe pütürlü pulpaları papaza paramparça postalayıp paparayı yedi.
Ruganlı rastıkçı rütbesiz retro Rasim restoratör Remzinin Rus ruleti restinin rizikosuna rastlayıp rızıklandı.
Süveyş süvarisi seyisin sistemsiz sütüne susuz sansar sızınca soslu söğüşü istemsizce sinsi sinsi sindirdi.
Şu su şişesi şaşalak şefin şansına şâşaalı şansölyenin şimşirini şömineye şaftladı.
Tûtî Tatar tantanasıyla tastamam tüttürünce taratorlar toraman tosbaların titizliğini törelerine tütsüledi.
Vesvesesiz Vasfinin vasıfsız vaftizcisi vuslat üvertürünün vokalini visal için vücuda verdi.
Yine Yayladan yaylanarak yol alan yüzsüz Yücel yiyici yağcıları yıkıcı yönüyle yutup yununca yeni yıla yayan yürüdü.
Zelzelenin zilleriye zalimlerin zulmünün ziyadesiyle zararlanmasından zokayı zapteden zürafa zulasındaki zemzemi zarifçe zerketti.
Büyülü bülbül berberin bambisini bambuda bombaladı.
Cimcime cemilin cümbüşünün cıvık curası cuma curcunasında cici cemin cami camına cortladı.
Çiğ çaycının çocuğu çiftçi çerçiye çölde çokça çürük çarık çulluk çıkardı.
Dedenin düdüğü dodonun didisini dıdısının dıdısına debdebe ile dip dibe dürtünce dili dilim dilim dutlandı.
Fıstık fıskiyesinin fitili füme fulâr furyasıyla fosur fosur fitne fesat filintalara hafif hafif fötrledi.
Gagası gri gıdısı gür gıt gıt gıdakların gıdalarının goygoyu gergefli gidici gansgterin gücüne gitti.
Hahamın horhor hamam havarisi haşhaş haşerelerini hüşkeleyip hiddetle höykürerek hırgürü hortlattı.
Jandarmanın ejderha jenerasyonu jet sosyete Jâlenin jübile jartiyerini jiletledi.
Kekeme körpe küçük kuçu kuçu keçilerin keçesinin kılını kokona kurda körkütük küpelerle kırk kuruştan kakaladı.
Lemîlerin Lıkır Lôkmacı lalasının lülesi Lâlelinin lâklâk lâdesçisi Leylâ'nın leylâk lôdosunu linç etti.
Mimiksiz mumyayı mumla mayalayamamamın misillemesi Mamaklı minik mıymıycı muşmula mozolesinin möblesine mürdüm moru montelemek oldu.
Nenemin ninesinin nodül nezlesi nüksedince Nina ninninin nidasını nice nemli naneyle nurlandırıp nötrledi.
Papyonlu pespaye pipocu pespembe pütürlü pulpaları papaza paramparça postalayıp paparayı yedi.
Ruganlı rastıkçı rütbesiz retro Rasim restoratör Remzinin Rus ruleti restinin rizikosuna rastlayıp rızıklandı.
Süveyş süvarisi seyisin sistemsiz sütüne susuz sansar sızınca soslu söğüşü istemsizce sinsi sinsi sindirdi.
Şu su şişesi şaşalak şefin şansına şâşaalı şansölyenin şimşirini şömineye şaftladı.
Tûtî Tatar tantanasıyla tastamam tüttürünce taratorlar toraman tosbaların titizliğini törelerine tütsüledi.
Vesvesesiz Vasfinin vasıfsız vaftizcisi vuslat üvertürünün vokalini visal için vücuda verdi.
Yine Yayladan yaylanarak yol alan yüzsüz Yücel yiyici yağcıları yıkıcı yönüyle yutup yununca yeni yıla yayan yürüdü.
Zelzelenin zilleriye zalimlerin zulmünün ziyadesiyle zararlanmasından zokayı zapteden zürafa zulasındaki zemzemi zarifçe zerketti.
20 Mayıs 2020 Çarşamba
İMLASINDA VE TELAFFUZUNDA HATA EDİLEN BİR KISIM KELİMELER
YANLIŞ
|
DOĞRU
|
Yanlız,
Yannız,
|
Yalnız
|
Yalnış,
Yannış
|
Yanlış
|
Herkez
|
Herkes
|
Gaste
|
Gazete
|
Entellektüel
|
Entelektüel
|
Birmukabele
|
Bilmukabele
|
Tela:fuz
|
Telaffuz
|
Hakkaten,
Hakkatten
|
Haki:katen
|
Sezeryan
|
Sezaryen
(Sezar’dan)
|
Şöför
|
Şoför
|
Şohben
|
Şofben
|
Egzos,
Eksoz, Egzoz
|
Egzos,
Egzost
|
Kapişon,
Kapşol,
|
Kapüşon
|
Karete
|
Karate
|
Fortmanto
|
Portmanto
(Portatiften)
|
Piskolog
|
Psikolog
|
Orjinal
|
Orijinal
|
Askerî,
Asgerî (Ücret)
|
Asgarî
|
Kefalet
(Suç karşılığı ödenen bedel, cezai para)
|
Kefaret
|
Saat(ler
olsun)
|
Sıhhat(ler
olsun)
|
Dakka
|
Daki:ka
|
Direk
(Doğrudan)
|
Direkt
|
Zerafet
|
Zarafet
|
Aferim
|
Aferin
|
Mütevazi
|
Mütevazı
|
Kolanya
|
Kolonya
|
Meraba
|
Merhaba
|
Madden
|
Maddeten
(İdareten, ilaveten gibi)
|
Komidin
|
Komodin
|
Ünvan
|
Unvan
|
Süku:tuhayal
|
Suku:tuhayal
(
|
Kareografi
|
Koreografi
|
Vehamet
|
Vahamet
|
Antreman
|
Antrenman
|
Rakım
|
Ra:kım
(A harfi uzatılır)
|
Ha:tıra:
|
Ha:tıra
(İkinci A uzatılmaz)
|
Kelli
Felli
|
Kerli
Ferli (Farsça’da ker güçlü, fer ışıltılı demek)
|
Vejeteryan
|
Vejetaryen
|
Züccaciye
|
Zücaciye
|
Kilot
|
Külot
|
Mundar
|
Murdar
|
Dinazor
|
Dinozor
|
Acenta
|
Acente
|
Şevkat
|
Şefkat
|
Ataç
|
Ataş
|
Mefta
|
Mevta
|
Menapoz
|
Menopoz
|
Aperatif,
Aparatif
|
Aperitif
|
Fantezi,
Fanta:zi
|
Fantezi
|
İka:met
(K’yi ince-uzun okuyarak)
|
İka:met
(K kalın-uzun okunur)
|
Ha:yır
|
Hayır
(A uzatılmaz)
|
Ya:rın
|
Yarın
(A uzatılmaz)
|
Akibet
|
Akıbet
|
Eşkal
|
Eşkal
(K ince okunur, ek alınca uzar)
|
Veka:let
|
Veka:let
(K ince okunur)
|
Lamba
(L’yi kalın okuyarak)
|
Lamba
(L inca okunur)
|
Na:let
|
La:net
(L ince ve uzun okunur)
|
Bilimum
|
Bilumum
|
Tela:fuz
|
Telaffuz
|
Rakkam
|
Rakam
|
A:sa:
(İki A’yı da uzatarak)
|
Asa:
(Sadece ikinci A uzun)
|
Arefe
|
Arife
|
Ba:kiye
(A’yı uzatarak)
|
Bakiye
(A kısa)
|
Haşiye
(A’yı uzatmadan)
|
Ha:şiye
(A uzun okunur)
|
Boğa
yılanı
|
Boa
yılanı
|
Aforoz
|
Aforoz
|
Avara,
Ava:re
|
A:va:re
(İki A da uzun)
|
Azerbeycan
|
Azerbaycan
|
(Bile
ve ayrıca anlamındaki) Da:hi
|
Dahi
(İki ses de uzatılmaz)
|
Hi:be
|
Hibe
(İ uzatılmaz)
|
Fa:riza
(A’yı uzatarak)
|
Fari:za
(İ uzatılır, A uzamaz)
|
İkâ:me
(K ince-uzun)
|
İka:me
(K kalın ve uzun okunur)
|
Hile
|
Hi:le
(İ uzun)
|
Mi:zah
(İ’yi uzatarak)
|
Mizah
(İ uzamaz, A kelime ek alınca uzar)
|
Mi:zac
(İ’yi uzatarak)
|
Mizac
(İ uzamaz, A kelime ek alınca uzar)
|
Araf
|
A:raf
(İlk hece uzun)
|
Yara:rı
(İkinci A’yı uzatarak)
|
Yararı
(İkinci A uzamaz)
|
Zara:rı
(İkinci A’yı uzatarak)
|
Zararı
(İkinci A uzamaz)
|
Laga
Luga (L’leri kalın söylererek)
|
Lâga
Lûga (L’ler ince ve kısa)
|
Nema
(A’yı kısa söyleyerek)
|
Nema:
(A uzatılır) Nema:lanmak
|
Gaza:bı
(A’yı uzatarak)
|
Gazabı
(A uzamaz)
|
İkâmet
(A’yı incelterek)
|
İka:met
(A kalın-uzun)
|
İkâmetgah,
İkâmetgâh
|
İka:metgâh
(İlk A kalın-uzun, ikincisi ince-uzun)
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)